CİNSELLİK ÜZERİNE AHLAK ÖĞRETİSİ

Neden cinsellik ile ilgili ahlaki sorunlar ortaya çıkar? Hastalığa yakalanmamak ve hamile kalmamak için dikkatli olmak yeterli değil midir? Ya da en azından birbirimizi sevmek yeterli değil midir? Başka sınırlar koymak, yaşamın bu kadar güzel ve hoş gerçekliğini bozmaz mı?

Allah’ın Sözü ve Kilise öğretisi bu konu hakkında ne der?

Kilise’nin, özellikle de gençlerin terk edilmesine neden olan, çözülemez “dünya dışı” ahlaki bir yasa değil midir? Peki, Kilise’ye karşı dünyanın en büyük saldırısının tam da bu konuda olduğu söylenemez mi?

O halde bunun yerine, yaşamın temel bir yönünün nasıl olduğunu anlamaya çalışalım ki, İsa’nın kendisi gerçek anlamına göre gerçekten yapıcı ve tahribatsız (bugün tam tersi olduğu) şekilde anlamamıza yardım ederek yaşamamızı sağlayacaktır.

Güncel kültürel manzaraya bir bakış

Güncel durum

Tarih boyunca daha önce de meydana gelmişti –örneğin Grek medeniyetinin çöküşü veya Roma İmparatorluğunun gerilemesi gibi- ama bugün belki de daha ağır özellikler yüklenmektedir: Tüm idealler çöküp yaşam, anlamıyla korku dolu boşluğuna kaydığında, cinsel dürtü gücü –özellikle de saldırganlık olarak, “asli günaha” dayalı beşeri tabiatın bozulması gibi ortaya çıktığı yerlerde- zihni ve ruhu eline alma noktasına kadar devralmakta; fakat tam da bu nedenle, kişinin ve ilişkinin “yapıcı” bir faktöründen çoğu zaman uzaklaşarak sapkın hale gelir, bazen gerçek bir köleliğin (hiç kuşkusuz buna özgürlük denir) olduğu varsayımıyla “yıkıcı” olur.

Temel gerçekliği konusunun günümüz gerileyişi –ki aslında  insanoğlunun özelliğini nitelendiren en derin ihtiyaçtır!- hep daha fazla olarak anlamının sansürlenmesine götürür. Bu şekilde sahte bir “cinsel eğitim” en genç yaşlardan başlamak üzere, cinselliğin ne olduğu ve ne yapmak gerektiği ve özellikle de sonuçlarından nasıl savunulacağı (prezervatif öğretisi!) konusunda bir değersizleştirme üzerine kurularak, başlı başına bir “bilgi”ye indirgenir.

Hedonizm, mutluluğu eleştirel bir biçimde “zevkle” (reklamcılıkta bile saplantılı bir kelime) aynı zamanda yapar ve bu, yaşamın tek mutluluğu, belki de şu an açık olanı gizleyen tek gerçek idealdir.

“Cinsel devrimden” artık birkaç on yıl sonra, gençler arasında da sevinç ve gittikçe kırılgan ve olgunlaşmamış hale gelen sevgi bile hiçbir şekilde gelişmedi. Bununla birlikte olası sorunlar ve ıstıraplar arttı: Gerçek anlamından kopan cinsellik yüzünden ne kadar acının, ne kadar hayatın, ne kadar sevgi ilişkilerinin, ne kadar aileyi boşa harcadığını görebiliyoruz!

Önce yaşamın aktarımı anlamına gelen doğurma olgusun bağlantısından, sonra da gerçek ve kalıcı aşkla olan ilişkisinden de ayrılan cinsellik, basit ve güçlü bir “eğlence” haline geldi (bu durum engin bir ekonomik çıkarı da sosyal bağlamda hareket ettirmektedir). Eğer koşullar böyleyse, o halde her bir insanın kendisi nasıl isterse ve zevkine göre eğlenmeye “hakkı” vardır demektir!

Bu, herkesin cinsel isteğini “zevkine göre” yaşamasını garanti etmeyi, kaprisli olmayı (hatta sapkınlıkları harekete geçiren), haklı olmayı isteyen, herhangi bir görev yapmadan ve herhangi bir sorumluluk üstlenmeden gerçekleştirmeyi isteyen mevcut cinsel ve kültürel mücadelelerin ardındaki mantıktır.

Tüm sosyal iletişim araçları, tüm medya, tüm yeni teknolojiler, sonrasında sadece kaba değil, hatta komik olduğu kadar saplantılı da olan bir “panseksüalizm” (tüm davranışların cinsel içgüdü ile açıklanması) tarafından da kucaklanmaktadır.

Utanma duygusu olmadan, sadece ahlaksızlıkta değil, aynı zamanda aptallıkta da sınırının olmadığı bir durumda, dil ifadesi bile “panseksüalist” (A.B.D.’de tarafından yaygınlaşmış olan bir moda) olmaktadır: Her beş kelimeden bir tanesinin cinsel organlara atıfta bulunmadığı bir durum artık “eski kafa” damgasını almaktadır (fakat Mesih İsa’nın dediği gibi, “Ağız yürekten taşanı söyler” (bkz. Matta İncili, 12,34).

Artık gençler bile, bu cinsellik mantığında saf “eğlence” olarak öylesine gelişiyorlar ki, düşük yaşta bile “seks yapmaktalar”, kürtaj konusunda da (İngiltere’de zorla cinsel eğitim kondom kullanmaya indirgenmiştir ve her yıl bir kereden fazla, genç kızların yüzde beşinin kürtaja yöneldiği görülmektedir) çevrimiçi pornografiyle o kadar iç içedirler ki, cep telefonlarıyla bile birbirlerine diyalog halinde bu konuda değiş tokuş edip (şantaja kadar) gitmektedirler.

“Görecelik diktatörlüğü” dayatması, kendi tabiatımızın (dürtüden faklı bir şeydir) temeline yazılı, objektif herhangi bir ahlaki yasanın (gerçekliğin) olmadığını hep daha fazla vurgulayarak hafife alma düşüncesinin artık öylesine mecburi olmasıyla birlikte -göreceliğin ebedi çelişkisi-, cinsellik üzerine ahlaki kanaat sunmanın mümkün olmasının bile kovuşturmaya yol açıp “suç” sayılmasına başlanmasına kadar gitmiştir.

Bu dayatmacı ve tehlikeli “diktatörlük”, hiç kuşkusuz ortak kanıda paylaşılabilir iyi kelimelerle süslenir –örneğin şiddet karşıtlığı, dışlanmışlığa karşı, insanları yargılamamak (tüm hepsi aslında İncilci değerlerdir)- ama ahlaki göreceliği “mecbur” kılmayı istemekte, cinselliğin tabiatına karşı gidenler de dâhil, her cinsel eylem hakkında ahlaki yargıyı engelleyerek, gerçek ve tam manasıyla “düşünce suçlarını” yeniden hayata geçirmeyi istemeye kadar giderek (diktatörlüğe has özelliklerden biridir), bir bakıma hâlâ ahlaki kanaat sunmayı iddia edenlerin, ahlaki göreceliğe ayak uydurmamalarına karşı yasa gereği yaptırıma maruz bırakmaya vardırmak söz konusudur.

[Böyle bir tehlikenin ardında yatan, özellikle “homofobi” (yani eşcinsellere karşı duyulan nefret) bazında bir takım yasalar saklıdır.] Bu, eğer “etik görelilik” ile eşanlamlı hale gelmişse, modern demokrasilerin “tarihin gösterdiği gibi, yeni devasa totalitercilik biçimlerine” dönüşme riskinin giderek daha belirgin hale gelmesidir. [Papa 2. Yuhanna Pavlus, Veritatis splendor Genelgesi (1993), no. 101; Centesimus annus (1991), n. 46 Sosyal Genelgesi.]

Kilise’ye karşı saldırı

Cinsellik konusu üzerine ve buna bağlı olarak ilgili konular üzerine (evlilik öncesi cinsel ilişki, doğum kontrol yöntemleri, eşcinsellik, boşanma, birlikte yaşama, ‘eşcinsel ilişkilerde eşlilik’ ve hatta kürtaj ile ilgili) Batı’da Katolik Kilisesi’ne karşı büyük bir saldırının baş gösterdiği görülmekle birlikte; hatta egemen olan göreceliğin (çelişkili olarak) eğer Kilise toplumda kanaat sunmaya cüret ederse, Katolik ahlakını sadece sessizliğe büründürmekle kalmaz, hatta nihai olarak kurallar dışına koyma noktasına kadar itmeyi ister.

Bu konu hakkında 68’ler (1968) bir ayrım noktasını temsil etmiştir: “Yasaklamayı yasaklamak” sloganıyla gençlik devrimi ve sonrasında Marksizm ideolojisine kayması (bu nedenle ateist ve Kilise’ye düşman kesilmeleri), aslında yirmi yıl sonra böyle bir ideolojinin hatasını kabul etmesine götürdü (Orta-Doğu Avrupa’da Komunist rejimlerin yıkımı sonucu), ama o zamanlardan bu yana yıkıntılar arasında canlı kalarak süre gelen “cinsellik devrimi”, ürettiği o çok yaygın zararların belirgin olmasına rağmen, en estrem sonuçlara kadar bunu götürmüştür (bugün sol partilerin bile tüm bu özgürlükçü mücadeleleri savunmaları tesadüf değildir).

Bununla birlikte, o 1968’lerde Kilise, Öğreti Makamı yetkisinin müdahalesiyle (Papa 6. Pavlus, Humanae vitae Genelgesi, 25.07.1968), beşeri cinselliğin gerçek anlamını vurgulamış ve kutsal evlilik hayatı çerçevesinde de olsa, doğum kontrolü yöntemlerinin ahlak dışılığını pekiştirmiştir; “kehanetsel” olarak hayatın değerinden ve gerçek sevgiden kopan bir cinselliğin ürettiği yoldan sapmaları belirtmiştir.

Gerçekten, Kilise’nin böyle bir öğretisi, İtalya’da bile, sayıları az olmayan Katolik olanlar tarafından da itiraza maruz kalmış ve böylece, ilk kez Kilise’de çok büyük bir parçalanma meydana gelmiştir ki, sadece laik toplum kesiminden değil, çelişkili olarak sayıları hiç de az olmayan ve kendilerini imanlı ve hatta “dindar uygulayıcı” olarak tanıtanlar arasında da görülmüştür.

Örneğin yine İtalya’da boşanmaya yeşil ışık yakan (1974) ve ardından kürtajı yasallaştıran kanuna ilişkin (1981) “Referandum”, İtalyan toplumunun Kilise’nin öğretisinden aşamalı kopmasının yalnızca bir başka kanıtıydı. Nitekim sadece % 33’ü bu yasalara karşı oy kullandı, ancak aralarında sayıları hiç de az olmayan imanlı vardı. Hatta büyük olasılıkla böyle bir “laik” savaşların gizli amacıydı: Yani artık Kilise’nin İtalyan toplumunda söz sahibi olmadığını ve kendi “evlatları”nın bile ona itaat etmelerini başaramadığını göstermek.

Bu konu üzerine olan ideolojik güncel çatışmalar –eşcinsel birliktelik, eşcinsellik, eczanelerdeki kürtaja yol açan haplar- ve bazı kuralları yeniden ele almaya karşı vetolar, halihazırda bu ideolojinin çerçevesini oluşturmuştur (geç illuminizm) ki burada sadece (gerçeği olmayan) özgürlük , burada her şey göreceli ve yasaldır (ve bir “hak” haline gelmiştir); burada yok edilmesi gereken gerçek yegane düşmanın temel olarak Katolik Kilisesi ve onun saçma cinsellik üzerine ahlakıdır.

Göz önünde bulundurmalıyız ki Katolik Kilisesi hiçbir zaman tüm ahlakı (cinsellik dâhil) bir mecburiyet yasası şeklinde dayatmayı düşünmedi, zira yalnızca (aile, hayata saygı, vicdan ve eğitim hürriyetinin yanı sıra, ahlak dışılığa birtakım sınırlamalar getirdiği pornografi, fuhuş ve kondom kullanarak yeterli olduğu düşünülen ‘her şey yasal’a iten yanlış cinsel eğitim gibi, toplumun kendisi için temel değerlerden olan unsurları öğretti.

Belki de çok da uzak olmayacak olan bir gün, bu konuda da Kilise’nin nasıl ileriyi gören peygambersel olduğu gözlemlenebilecektir –aynı şekilde geçen asırda olduğu gibi, eşi benzeri olmayan insani yıkıma neden olan birtakım ideolojilere (Komünizm, Nazizm ve vahşi Kapitalizm) karşı uyardığı gibi- eğer Kilise’ye kulak verilmiş olsaydı böylesine büyük güncel sorunlarla karşı karşıya kalınmazdı.

Bunun yanında, günümüzde yine İtalya’da “doğumların azlığı”nı düşünmek yeterlidir (doğum kontrol yöntemlerinin ve kürtajların nasıl bir zihniyette yer edindiğinin sonucu olarak, İtalya dünyada birincidir!). Başka ülkelerden göç olmasaydı, İtalya’nın mali güç de dâhil tamamen yenik düşmeye mahkum olması (örneğin emekli maaşlarını ödemesinin mümkün olmamasının ötesinde, terk edilmiş yaşlıların durumu gibi); ailelerin parçalanmasının beraberinde getirdiği tüm felaketlerin yanı sıra, çocukların eğitiminin başarısızlığı, ergenlerin ahlaki bakımdan yıkımı, ahlak dışı cinselliğin neden olduğu hastalıklarda artış görülmesi (AIDS vs.), beraberinde getirdikleridir.

Kaynak: http://www.laviadellavita.it/morale_sessuale_148.html

BİZİMLE İLETİŞİME GEÇİN

Şu anda burada değiliz. Ama bize e-posta gönderebilirsiniz, en kısa zamanda size geri dönüş yaparız.

Not readable? Change text. captcha txt