Sayesinde mutluluğa erişebileceğimiz temiz bir yürek, olanaksız bir erdem değildir.
Allah’ın verdiği söz kesinlikle öylesine yüce ki, mutluluğun son sınırını da aşabilmektedir. Her şey görülünce, başka ne gibi bir mutluluk arzulanabilir ki? Nitekim Kutsal Kitap’ta görmek, sahip olmakla eşanlamlıdır. “Bütün hayatının günlerinde Yeruşalim’in iyiliğini gör” (Mez. 127, 5; 128, 5) deyiminde olduğu gibi; burada fiil “sahip ol” ile aynı anlamdadır. Aynı şekilde, “Kötü olan ortadan kaldırılsın, çünkü Rabbin haşmetini görmeyecektir.” Burada Peygamber “görmeyecek” ile “katılmayacak” demek istiyor.
Şu halde Allah’ı gören, O’nu gördüğü için tüm nimetlere sahip olmuştur: sonsuz bir yaşam, sonsuz bir dürüstlük, ölümsüz bir mutluluk, sonu olmayan bir saltanat, sürekli bir sevinç, gerçek bir ışık, tinsel ve tatlı bir ses, erişilmez bir şan, sonu gelmeyen bir heyecan, kısacası her nimet.
Mutluluk sözü de, umuda teklif edilen gerçekten bu ölçüsüz boyutlara sahiptir. Oysa Allah’ı görmenin şekli temiz bir yüreğe sahip olmakla gerçekleşebileceğini daha önce kanıtladığından, burada zekam yeniden başdönmelerine kapılıyor. Nitekim temiz bir yürek doğamızı aşıp ötesine gittiğinden, elde edilmeyen erdemlerden biri değil mi yoksa? Şayet Allah salt bu iffet emri ile görülebiliyorsa, öte yandan Musa ve Pavlus Allah’ın ne kendileri ne de başkaları tarafından görülemeyeceğini doğrulayıp, O’nu görmedilerse, o zaman Kelam’ın mutluluğa sunduğu şey hiç yerine getirilmemiş ve yerine getirilmeyecek gibi görünüyor.
Keşfedilmiş olana varabilmek için gücümüz yeterli değilse, Allah’ı hangi koşullar altında görebileceğimizi bilmiş olmak bize ne kazandırır? Yeryüzünde görülmeyen şeyler görüldüğü için gökyüzünde konaklamanın harika bir şey olduğunu söylemek gibi olur. Şayet sözlerle gökyüzüne bir yolculuk yapabilmenin şeklini açıklayabilmek olası olsaydı, o zaman gökyüzünde konaklamanın büyük bir mutluluk olduğunu öğrenmek, dinleyenlerin yararına işlerdi. Bu gökyüzüne çıkma gerçekleşmediği sürece, göksel mutluluğun bilgisi neler kazandırır ki? Gökyüzüne çıkmamız yasaklandığı için yoksun kaldığımız değerlerin bilincine varmak, aksine bir acı ve bir hayal kırıklığı yaratmaz mı? O zaman neden Rab bize doğamızı aşan bir şeyi öğütlüyor ve insan gücünün ötesine varan bir buyrukta bulunuyor?
Aslında durum göründüğü gibi değildir. Çünkü O, kanat sahibi etmediklerinden kuş olmalarını veya yeryüzünde yaşattıklarının denizlerde yaşamalarını emretmez. Şu halde, tüm diğer yaratıklarda yasa, onu alanların güçlerine uygunsa ve doğayı aşan herhangi bir eyleme zorlamazsa, olanaklarımızla bağdaştığını ve söz verilen mutluluğa erişmememizin kuşku konusu olmadığını kendiliğinden anlamış oluruz. Bundan başka ne Pavlus’un, ne Yuhanna’nın, ne Musa’nın, ne de başkalarının Allah’ı görebilmekten kaynaklanan o eşsiz mutluluktan yoksun bırakılmadıklarını anlamış oluruz. Ne adil yargıç olan Rabbin bana vereceği doğruluk tacı hazır duruyor (bak. II. Ti. 4, 8) diyen, ne başını İsa’nın göğsüne dayayan, ne de tanrısal sesten “seni adınla tanıyorum”u (bk. Çık. 33, 17) duyan.
Allah’ı görebilmenin güçlerimizi aştığını doğrulamış olanlar mutluluğa eriştilerse ve şayet mutluluk Allah’ı görebilmekten kaynaklanıyorsa, yüreği temiz olan Allah’ı görebiliyorsa, hiç kuşkusuz mutluluğa varabilmenin vasıtası olan arılık olanaksız bir erdem değildir.
GREGORİUS (NİSSA’LI) (331-399)