AZİZ MAKSİMİLYAN KOLBE İLE HAÇ YOLU

kolbe-con-candele

1.      Birinci Durak: İsa ölüme mahkum edilir

Bütün halk şu karşılığı verdi: “O’nun kanının sorumluluğu bizim ve çocuklarımızın üzerinde olsun!” Bunun üzerine Pilatus onlar için Barabas’ı salıverdi. İsa’yı ise kamçılattıktan sonra çarmıha gerilmek üzere askerlere teslim etti (Mat 27:25-26).

AUSCHWITZ
Auschwitz – ana kamp – Oswiecim yakınlarında oluşturulanların ilki idi. İnşası 1940 yılı Mayıs ayında, kentin kıyı yörelerinde konuşlanan, Polonya topçu birliklerinin terk ettiği bir kışlada başladı. Kampın sınırlarını genişletebilmek için, SS Birlikleri yetkilileri, zorla çalıştırılmaya hedeflenen tutukluların sayılarını artırmaya devam ettiler. Auschwitz I’in varoluşunun ilk senesi boyunca SS’ler ve Polis, yaklaşık 49 kilometre karelik bir alanı boşalttılar ve yalnızca kampın kullanımına tahsis edilmesi için orayı  “geliştirme bölgesi” olarak ilan ettiler.

Auschwitz’in ilk tutukluları, Almanya’da suçları tekrarlayanların tutuklu bulundukları Sachsenhausen toplama kampından nakledilen Almanların yanı sıra, Dachau ve Tarnow’da tutuklu kalmış olan ve Lodz’dan gelen Polonyalı siyasi tutukluları kapsıyordu.

Her iki kamp da, Krakow’un Genel Yönetim Merkezi bünyesinde yer alan Polonya’nın bir bölümünü kapsayan ilçesinde, yani Almanlar tarafında işgal edilen ancak resmi olarak Nazi Almanya’sına dâhil edilmemiş yerinde bulunuyordu. Bu bölge bir kısmıyla Doğu Prusya’nın yönetimi altında; bir kısmıyla da Almanlar tarafından işgal edilmiş olan Sovyetler Birliği bölgesine eklenmişti.

Alman toplama kamplarının büyük çoğunluğunda olduğu gibi, Auschwitz I de üç amaç doğrultusunda inşa edilmişti: 1) Polonya’daki Nazi rejiminin ve Alman işgal makamlarının gerçek ve muhtemel düşmanlarını belirsiz bir süre boyunca hapiste tutmak; 2) SS’lerin üyelerinin maliki olduğu girişimlerde faydalanılmak üzere zoraki işlere –çoğunlukla inşaat işçiliği ve daha geç vakit, silah ve diğer savaş gereçlerinin üretimi için tesislerde çalıştırılmak üzere– tahsis edilecek insan gücünün kesintisiz olarak sağlamak; 3) Nazi Almanya’sının güvenliği için SS’ler ve Polis makamı tarafından ölümleri gerekli görülen, halk arasında küçük grupları fiziksel olarak ortadan kaldırmak.

Diğer birçok toplama kampında olduğu gibi, Auschwitz I bünyesinde de bir gaz odası ve cesetleri yakma ocakları bulunuyordu. Başlangıçta, SS’lerin mühendisleri, tutukluların yer aldığı 11. Blok’un alt kısmında gelişigüzel bir gaz odası inşa etmişlerdi. Daha geç vakit, ayrı bir binada ve tutukluların bulunduğu bölgenin dışında, önceleri yalnızca yakma ocakları olarak düşünülen bölümün bir kısmını daha büyük ve kalıcı bir gaz odası şeklinde inşa ettiler.

Kaynak: https://www.ushmm.org/wlc/it/article.php?ModuleId=10005189

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.

 

stwoc1

2. İkinci Durak: İsa Haçı omuzuna alır

Pilatus İsa’yı, çarmıha gerilmek üzere onlara teslim etti. Askerler İsa’yı alıp götürdüler. İsa çarmıhını kendisi taşıyıp Kafatası – İbranicede Golgota – denilen yere çıktı (Yu 19:16-17).

Cumartesi sabahı, genellikle bir toplantı yapılıyordu. Grabner, normalde hafta sonundan faydalanıyordu – kendisinin alaycı bir şekilde söylediği gibi – zira sığınakları (=yeraltında bulunan ve hücrelere dönüştürülmüş bölüm ç.n.) temizletiyordu. Toplantıdan sonra tüm departman kamp tarafına, 11. Blok’a gitmeliydi. Üç ya da dört kişi aslında yeterliydi, ancak Grabner kendi emrinde olanların hepsini bir araya getirmeyi tercih ediyordu, çünkü sayıca çok bir takipçisini ardına taktığında rahat ediyordu.

Ofiste, 11. Blok’ta, Hauptsturmführer Aumeier, Lagerführer’in gelişi bekleniyor. Kendisine önem kazandırmak açısından bir süre boyunca burada kendisini bekletiyor; sonunda küçük görünümlü Bavyeralı ağır adımlarla odaya giriyor. Tiz sesi onun sarhoş olduğunu sezinletiyor. Gözlerinde olduğu kadar yüzünde de belirgin olan acımasızlığı, ona kartvizit kartı olarak yetiyor.

Himmler’in özel dostu ve altından NSDAP gamalı haç armasına sahip olmasına övünüyor. İrtibat görevlisi Unterscharführer Stiwitz onu özenle izliyor. Ardından bir SS hekimi geliyor. Sığınağın nöbetçisi ve bazı Blockführer (Blok liderleri) komiteyi tamamlıyorlar ve o sonunda temizliği başlatmak için hücrelere iniyor.

Yukarı kattaki gibi, bölünmüş geniş bir koridorda, demir bir kapıdan geçilen güçlü parmaklıklar aracılığıyla yanlamasına ilerlenen küçük bölümlere açılıyor; bunların her birinde üç ile beş hücre odaya çıkıyor ki her birinin meşeden yapılma ağır kapıları dürbün delikleri ve çelik güçlendirmelerle sağlamlaştırılmış.

Hücre kapılarının ardından yükselen seslerin boğuk gürültüsüyle birlikte, kör edici ampul ışıkları, siyaha boyanmış yüzey ve kirece bürünmüş duvarlar arasında şiddetli bir karşıtlık yaratıyor; bu arada, SS’lerin şapkalarının üzerinde parlayan ölü başları kasvetli bir ortam oluşturuyor.

Nöbetçi, büyük bir anahtar demetiyle ilk hücrenin kapısını açıyor. Sonra demirden iki zinciri yerinden çekiyor. Yüksek gerilim telleri ile çevrili bu hapishaneden kaçış –ki buna ek olarak toplama kampının içinde bulunması– kati surette bunu imkansız kılıyor.
Auschwitz vu par les SS. Rudolf Höss, Pery Broad, Johann Paul Kremer, Oswiecim, Le Musée d’Etat d’Auschwitz-Birkenau, 2004, ss. 105-107.

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.

 

saint_maksymilian_kolbe_by_lordshadowblade

3. Üçüncü Durak: İsa birinci kez düşer

[Rab] Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Pek çoklarının günahını o üzerine aldı (Yşa 53:6.12).

Yahudi soykırımı esnasında çocuklar
Yahudi olan ve olmayan çocukların kaderi, farklı yolları takip edebilirdi: 1) onlar soykırım kampına ulaşmalarından hemen sonra öldürülüyorlardı; 2) doğumlarından hemen sonra veya onları misafir eden kurumlarda öldürülebiliyorlardı; 3) Gettolarda ve kamplarda doğan çocuklar, diğer tutuklular onları saklayabiliyorsa hayatta kalabiliyorlardı; 4) yaşları 12’nin üzerinde olan çocuklar, zoraki işlere mahkum oluyorlar ya da tıbbi deneyler için kullanılıyorlardı; 5) son olarak, misillemelerde veya partizan gruplarına karşı yapılan operasyonlar esnasında ölen çocuklar oluyordu.

Gettolarda Yahudi çocuklar, hem elbise sıkıntısı hem de uygun olmayan yerlerde yaşamalarından dolayı, yeterli beslenememe ve kötü hava koşullarına maruz kalmaları nedeniyle ölüyorlardı. Alman makamları ise bu kitle ölümleri karşısında kayıtsız kalıyorlardı, çünkü gettolarda yaşayan çocukların büyük çoğunluğunu atıl öğeler olarak görüyorlardı ve bu nedenle “doyurulacak gereksiz ağızlar” olarak sayıyorlardı.

Zoraki işlerde faydalanılmak üzere bu çocukların çok küçük olmalarından dolayı da, Alman makamları genelde, sonrasında soykırım kamplarına sürgün edilmeleri veya toplu mezarları dolduracak kitle infazlar için öncesinden onlar arasında –yaşlılar, hastalar ve engelliler ile birlikte– bir seçim yapıyorlar.

Aynı şekilde, onların Auschwitz-Birkenau ve diğer soykırım kamplarına varmalarıyla birlikte, kamp yetkilileri en küçüklerinin çoğunluğunu doğrudan gaz odalarına yönlendiriyorlardı. Polonya ve Sovyetler Birliği’nde işgal edilen yerlerdeki SS’ler ve polis güçleri, özel olarak kazılan toplu mezarların kenarlarında binlerce çocuğu sıraladıktan sonra onları kuşuna dizmişlerdi.

Bazen, soykırım merkezlerine doğru giden nakilleri doldurmak için veya kitle imha hareketine ilk kurbanlar sağlamak için en gençleri arasında yaptıkları seçim, Yahudi Konseyleri (Judenrat) önderleri tarafından alınan acı veren ve tartışmalı kararların bir sonucudur.

Kaynak: Holokost Ansiklopedisi 

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
maria-ve-massimiliano

4. Dördüncü Durak: İsa, annesi ile karşılaşır

“Şimon onları kutsayıp çocuğun annesi Meryem’e şöyle dedi: “İşte bu çocuk, İsrail’de birçoklarının düşmesine ya da yükselmesine yol açmak ve aleyhinde konuşulacak bir belirti olmak üzere belirlenmiştir. Senin kalbine de âdeta bir kılıç saplanacak.” (Luk 2:34-35).

EDITH STEIN – Soykırım kampında ölen Yahudi Karmeliten Rahibe.

İsa’nın Azize Teresa’sının otobiyografisini okuduğu sıralarda Mesih İsa ile karşılaştığı güne kadar inan biri olmayan Yahudi kız çocuğu Edith Stein’ın tüm yaşamı, yalnızca bir arzuyla canlandı ve dayanak buldu: Gerçeğin araştırılması. Her zaman açık ve içten ilişkilerle temasa geçtiği kişiler arasında, kendisinin bulamadığı hayat amacını yakalama arzusuyla zaman içinde felsefi fikirler buluyordu: zikzaklı bir hayat, ancak hiç eksilmeyen net bir yol gösteren devam edici çizgi: “Benim tüm gerçeği arayışım yalnızca bir duaydı.”

1921 yılında, bir Hristiyanlığa yakınlaşma güzergahı kat ettikten sonra, Stein için ani bir dönüşüm gerçekleşti. Zira arkadaşlarının evinde bulduğu, Avila’lı Azize Teresa’nın otobiyografisini, uykusuz geçirdiği bir gecede okurken, “Kişisel olarak, tamamen parıltılar içindeki Mesih İsa ile karşılaşmayı tecrübe ettiğinde, Teresa tarafından belirlenen yoldan başkasına gidemeyeceğini ve bu şekilde kendilerini tamamen temaşa hayatına adayan kız kardeşlerinin geçmişini paylaşması gerektiğini anlamıştı.”

Nitekim 1933’te, Yahudilerin tüm öğretim dallarından atıldıkları vakit, artık bu bir tehdit değil, zira trajik bir gerçek olarak, Edith Stein’ın, o zamanlar Münster’in bilimsel pedagoji Enstitüsü’nde doçent iken, çağrısını gerçekleştirebileceği ve manastıra girebileceği bir fırsatıydı.
Feda edilecek bir kaderin algısından doğan bir başlangıçtan itibaren izlenecek bir dini yaşam. “Efkaristiya huzurunda yaptığı bir dua esnasında, Edith, ‘ait olduğu’ halkı olan İsrail’in üzerine baş göstermekte olan kederin, kendisi için, omzuna sırtlayacağı bir Haç olarak belirdiğini ve bu şekilde Haç’ın Benedetta Teresa’sı haline geldiğini anlamıştı.”

Onun rahibe topluluğu, güvenlik gerekçesiyle onu Hollanda taraflarında Echt manastırına nakletti. Ancak 20 Temmuz 1942’de tüm Hollanda Kiliselerinde, episkoposların kaleme aldığı ve Yahudilerin sürgün edilmelerinin kınandığı bir mektup okundu; buna karşı Nazilerin tepkisi acımasız oldu: Yahudi kökenli 300 din adamı toplama kamplarına sürgün edildi.

Onlar arasında Edith ve onun da iman edip Karmeliten Rahibesi olan kız kardeşi Rosa vardı. Husserl’in dahiyane yardımcı araştırmacısı olarak, değerli felsefi bazı çalışmalarını yazıya dökme zamanı bularak, belki de onun ruhsal vasiyetnamesi olarak görülecek, Scientia Crucis başlığıyla Aziz Yuhanna de la Cruz’a dair bir yorumu içinde önemli eser olarak miras bırakmıştı.

“Haç’a dair bir bilim teori değil, zira beden almadır. Papa II. Jean Paul, Edith Stein’ı, ‘Avrupa Kıtası’nın trajedilerinin ve ümitlerinin derin çekirdeğini bedenleştiren bir insani, kültürel ve dini iman yolu ifadesi’ olarak tanıyarak, onu ‘’birliğin bir kültürünü ve etiğini inşa etmenin büyük zorlukları” için Avrupa’nın koruyucu azizesi ilan etti.

Kaynak: https://www.avvenire.it/chiesa/pagine/stein-faro-europa

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
57-ges-caricato-della-croce

5. Beşinci Durak: Kirene’li Simun İsa’ya yardım eder
Dışarı çıktıklarında Simun adında Kirene’li bir adama rastladılar. İsa’nın çarmıhını ona zorla taşıttılar (Mt. 27:32).
Geçmişi unutanlar, onu tekrarlamaya mahkumdurlar ( bu cümle otuz dilde Dachau kampında bir anıtın üzerine işlenmiş olarak bulunmaktadır).

Sıcak yuvalarınızda güvenli
bir şekilde yaşayan sizler;
akşam eve döndüğünüzde
sıcak aş ve dost yüzler bulan sizler:

Çamurda çalışan
huzurun ne olduğunu bilmeyen
yarım ekmek için uğruna mücadele eden
ve bir evet veya hayır için ölen
bu adamı dikkate alın.

Saçları olmayan, bir ad sahibi olmayan,
kış vakti bir kurbağa gibi
gözleri boş ve bağrı soğuk olan
bu kadını dikkate alın.

Ne olduğunu derinden düşünün:
Sizlere bu sözleri buyuruyorum.
Evlerinizdeyken, yolda ilerlerken,
yatarken, kalkarken,
çocuklarınıza bunu tekrarlayın.

Zira bir gün sizin de
eviniz bozulur
hastalık sizi engeller,
doğan evlatlarınız yüzlerini sizlerden çevirir.

Primo Levi, 1947
++++++
Auschwitz hakkında şimdiye kadar telaffuz edilmiş en derin açıklama, aslında bir açıklama değil, bir soru idi. Soru: “Söyleyin bana, Auschwitz’de Allah neredeydi?” Cevap: “Peki insan, neredeydi?” William Clark Styron.

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
torricella-particolare_via_crucis-pv

6. Altıncı Durak: Veronika, İsa’nın terini siler
İnsanlarca hor görüldü, yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği biri gibi hor görüldü, ona değer vermedik (Yşa, 53:3).

Etty Hillesum’un geçmişi

1943 yılı yaz mevsimine doğru, Hollanda’da Westerbork toplama kampından Auschwitz’e doğru yol alan tutuklularla dolu trenler çoğalıyor. 7 Eylül 1943’te, Hillesum’un ailesi, Polonya’ya giden bir konvoya bindiriliyorlar. Ebeveynler yorgunluk yüzünden yolda hayatlarını kaybederken, Etty ve kardeşi Mişa ise, Mart 1944’de toplama kampında ölüyorlar. Bergen Belsen kampına sürülen kardeş Jaap da, kamptan birkaç gün önce Kızıl Ordu’nun kurtardığı hayatta kalmış insanlar ile yol alırken 27 Ocak 1945’te ölüyor.

Etty’nin küçük harflerden oluşan el yazısıyla kaleme aldığı defterleri, sadece 1981 yılında kendisine emanet ettiği bir kız arkadaşının yayıncı bulmasıyla birlikte basılabiliyor. Bunlar kısa süre içinde başarılı bir yayın eseri haline geliyor. Etty’nin geçmişinde, onun kötülüğe karşı göstermiş olduğu içsel direnç ve sağlamlıkla ve var olmayan gibi görünen yerde imanı sayesinde Allah’ta iyiliğin izlerini aradığı, zamanın trajik olaylarına göğüs gererek yüzleştiği bu Hollandalı genç kadının parlaklığı etkileyicidir.

Bizlere bırakmış olduğu öğreti, nefrete karşı gelmenin yegane yoludur; bizlere kötülük yapmakta olan birine rağmen -her şeye rağmen- aracılığıyla öteye bakılacak sevgi davranışıdır.

Günlüğünde şöyle yazıyor: “Eğer her insan, hangi ırk veya topluluktan olursa olsun, başkasına karşı beslediği nefretten kurtulursa; eğer bu nefreti aşarsa ve onu farklı bir şeylere, içimizde taşıdığımız o ebediyetlik parçasına dönüştürürse karşımızda yeni bir ufuk açılacaktır.

Tutuklu olmama rağmen mutlu bir kişiyim, Rabbin yılı 1942’yi övüyorum ve bizim sonumuz getirmeye çalışan öfkeli ve soğuk bu fanatiklere karşı mücadelemde savaşıyorum. Haysiyetsiz, hatalı bir dünyada yaşamış olmama rağmen, ben hiç kimseden nefret etmiyorum; hayata küsmüş biri değilim, çünkü insanlar için sevginin büyümeye ve gelişmeye başlamasıyla içimizdeki bu sevginin sonsuz olacağı bilincindeyim.”

Kaynak: http://www.rivistamissioniconsolata.it/2016/12/01/etty-hillesum-la-forza-dentro/

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.

 

preghiamo-con-massiamiliano

7. Yedinci Durak: İsa ikinci kez düşer

Toza toprağa serildim, Sözün uyarınca yaşam ver bana. (Mezmur 118:25).

DITRICH BONHOEFER
Tehlike anında halkını terk ettiği için vicdani kuşkular öylesine baskındı ki kısa haftalar içinde, karşısına doğru gittiği tehlikenin tam bilincinde, kararının üstüne gidiyordu. Hitler’e karşı keşfedilen bir komplo ağında kışkırtıcılardan biri olduğu düşünüldüğü için 1943 yılında tutuklandı. Tegel askeri hapishanesine kapatıldı.

Ölümünden önceki iki yıl boyunca hapis yattığı zamanda, arkadaşı Eberhard Bethge’ye yazdığı mektupların bütünü olarak bir araya getirdiği “Direniş ve teslimiyet’ adlı eserinde, Bonhoeffer, ‘olgunlaşmış bir dünyada’ Hristiyan imanının anlamın parlak bir şekilde araştırmış ve kendisine, ‘Bugün bizler için Mesih kimdir?’ sorusunu sormuştu. Şöyle diyordu: “Hristiyanlık, dünyadan çok sık kaçarak, bilimden ve eleştirel düşünceden uzak güvenli bir yerde, Allah için ‘dini’ bir köşede son bir sığınak aramaya çıkmıştır.”

Onun göz önünde bulundurduğu üzere, Allah dünya için bir deus ex machina (hızır gibi yetişen ç.n.) veya bir ‘boşluğu dolduran’, sadece insani kayakların tükendiği vakit yardıma çağrılan bir Allah oldu. Bu akıntının karşısında Bonhoeffer, Kutsal Kitap’ı yeni terimlerle okumasını bilen, Allah’ı gerçek varoluşun merkezine koymayı bilen ve aynı zamanda, ruhsal kestirmelere başvurmadan, bu son olgunun derinliğini ciddiyete alan ‘dindar olmayan bir Hristiyanlık’ öneriyordu.

20 Temmuz 1944 tarihinde Hitler’e karşı yapılan bir suikastın başarısızlığından sonra, Bonhoeffer, göstermelik bir duruşmayla komplo suçlamasıyla Berlin hapisanesine nakledildi ve buradan da akabinde Buchenwald toplama kampına gönderildi ve son olarak da, 9 Nisan 1945’te asılarak idam edildiği Flossenbürg kampına götürüldü.

Katolikler tarafından çok sevilen çeşitli eserlerin yazarı olan Bonhoeffer, kendi imanını derin bir tutarlılık ile yaşamış bir insan olarak bir çoban, bir teolog idi. O zamanda hüküm süren siyasi ideolojilere imanını boyun eğdirmeyerek, bilinçli bir şekilde ölüme doğru gitti. Herkes tarafından hemfikir şekilde yirminci yüzyılın Hristiyanlığının şehitlerinden biri sayıldı.

Kaynak: http://www.korazym.org/26785/martire-ma-non-cattolico-breve-ritratto-di-bonhoeffer/

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
padre_kolbe-1

8. Sekizinci Durak: İsa üzüntü içindeki kadınlarla karşılaşır
Büyük bir halk topluluğu İsa’nın ardından gidiyordu. Aralarında İsa için dövünüp ağıt yakan kadınlar vardı. İsa bu kadınlara dönerek, “Ey Kudüs kızları, benim için ağlamayın. Kendiniz ve çocuklarınız için ağlayın.” dedi.  (Luk 23:27-28).

Allah’a ve dünyaya dindarlıkla bakan teolog Bonhoeffer böyle öldürüldü:

72 yıl önce, 9 Nisan 1945’te, tamamen çıplak bir şekilde, Protestan teolog Dietrich Bonhoeffer, Direniş’e katıldığı gerekçesiyle Flossenbürg Nazi toplama kampı sığınağında mahkumiyetinin infazını yaşadı. 1955’de kamp hekimi H. Fischer-Hüllstrung, o zamandan beri devamlı olarak alıntısı yapılan bir tanıklık bıraktı; buna göre, mahkum edilen bu kişi, elbiselerinden soyunmadan önce duaya odaklanmıştı: “Olağanüstü bir şekilde sempatik o adamın öylesine dindar ve güven verici duası, beni derinden sarstı; infaz edileceği yerde bile o, kısa bir dua yaptı ve sonra cesaretli ve pes etmiş olarak darağacına çıktı ve birkaç saniye sonra ölüm ona kavuşmuştu.”

Hekim şöyle sonlandırıyordu: “Yaklaşık elli yıllık hekimlik faaliyetimde, Allah’a öylesine güven içinde ölen başka bir insan daha görmedim.” Bugün bizler biliyoruz ki, bu eğitici güzel kelimeler yalandan ibaretti. Bu sözlerle hekim, aslında kendi sorumluluğunun üstünü örtmek istiyordu, zira sığınağın hayatta kalanlarından biri olan Danimarkalı diplomat Jørgen Mogensen’in tanıklığına göre, onun görevi mahkumların hayatlarını kurtararak onları ikinci defa işkencelere maruz bırakıp acılarını uzatmaktı.

Ayrıca Mogensen’e göre Flossenbürg’de herhangi bir darağacı yoktu ve onun üstleri olan Amiral Canaris ve General Oster gibi Bonhoeffer de “duvara çakılmış demir bir kancanın ucundaki halatın aşağı ve yukarı inip çıkmasıyla yavaşça ölümüne boğularak” ölmüştü ve aynı işlemi sadistçe tekrar etmek üzere birçok kez yeniden canlandırılmıştı.

Dolayısıyla Bonhoeffer, darağacına asılmamış, zira boğulmuş ve kısa saniyeler içinde ölmemişti. “Allah’a güven içinde” ifadelerine gelince; umarız öyledir.
Henüz 39 yaşını doldurmuştu ve Alman teolojisinin parlak zekalarından biri, 25 yaşında Berlin Üniversitesi’nde doçent, Goethe’nin uzaktan akrabası, nöropsikiyatri dalında Berlin kürsüsünün fahri babasıydı. Hitler’in rakibiydi.

Kaynak: http://ricerca.repubblica.it/repubblica/archivio/repubblica/2015/04/09/cosi-fu-ucciso-bonhoeffer-teologo-devoto-a-dio-e-al-mondo36.html 

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
c2e9d9c041

9. Dokuzuncu Durak: İsa üçüncü kez düşer
Mesih, Allah özüne sahip olduğu halde, Allah’a eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Nitekim ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı: Bunun için de Allah O’nu pek çok yükseltti (Flp. 2:6-9). 

+++

Sığınaktan “kurtulanlar” iyiliğe önceden belirlenmiş, en iyi insanlardan değillerdi, zira bir mesajın taşıyıcılarıydı: Görmüş ve yaşamış olduğum ne varsa hepsinin tamamen tersini gösteriyordu. Nitekim tercihen oranın en kötüleri, bencilleri, gaddarları, duygusuzları, “gri bölge”nin işbirlikçileri, casusları hayatta kalıyordu. Kesin bir kural olmamasına rağmen (ki zaten orada insani bir kural, kesin bir hüküm yoktu ve olmadı) yine de bir kuraldı. Evet, kendimi masum hissediyordum, ancak kurtulmuşlar arasına çarpmış biriydim ve bu nedenle kendi ve diğerlerinin gözlerinin huzurunda daimi bir aklanma arayışı içindeydim. En kötüleri yani en uygunları hayatta kalıyordu; en iyilerinin hepsi öldüler.
Primo Levi
——————-
Toplama kampının bir köşesinde, o rezil yakma fırınlarının yükseldiği yerden birkaç adım ötede bir taşın pürüzlü yüzeyine, kim olduğu bilinmeyen biri, belki bir bıçak belki de bir çivi yardımıyla, o en dramatik protestolardan birini kazımıştı: “Ben burada bulundum ve hiç kimse benim hikayemi anlatmayacak.”
Luis Sepúlveda
——————–
Auschwitz gezegeninde oturanların isimleri yoktu. Ne ebeveynleri ne de çocukları vardı. Burada giyinen halk gibi giyinmiyorlardı. Orada doğmamışlardı ne de onları orada doğuruyorlardı. Başka bir tabiatın kurallarına göre nefes alıyorlardı ve bu dünyanın kurallarına göre ne yaşıyorlar ne de ölüyorlardı. Onların adları Ka-Tzenik idi ve kimlikleri, sol kollarının ön kısmında ete dövmelenmiş numaradan ibaretti.

Gerusalemme Kudüs’te Eichmann davasında sunulan tanıklık

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.
– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle. 

the-cross-time-mag

10. Onuncu Durak: İsa’nın elbiseleri çıkarılır

Ben insan değil, toprak kurduyum; insanlar beni küçümsüyor, halk hor görüyor. Beni gören herkes alay ediyor. Giysilerimi aralarında paylaşıyor, mintanım için kura çekiyorlar (Mez 22:6.18).

Zaman dolunca, ey Rab İsa, bizim insanlığımızı giydirdin, çünkü senin “Giysinin etekleri tapınağı dolduruyordu” (Yşa 6:1); artık sen bizim aramızda yürüyorsun ve senin giysinin eteğine dokunanlar şifa buluyorlar. Ancak sen bu giysiden de soyundun Rab! Senin mintanını çaldık ve üstüne sen bize abanı da verdin (bkz. Mat 5:40). Peder’in huzurunda yeniden kabul edilebilelim diye, bedeninin perdesinin yırtılmasına izin verdin (bkz. İbr 10:19-20).

Senden bağımsız olarak kendi kendimizi gerçekleştirebileceğimizi düşünüyorduk (bkz. Yar 3:4-7). Ancak kendimizi çıplak bulduk, ama senin sonsuz sevginde sen bizleri Allah’ın ve kutsallaştırıcı lütfunun erkek ve kız çocuklarının haysiyetine büründürdün.

Doğu Kiliselerinin– bazen işkencelere kadar varan ve göç yüzünden zayıf düşerek çeşitli zorluklar yüzünden çıplak kalan – çocuklarına Sevindirici Haberi duyurmaları için kendi ülkelerinde kalma cesaretini bahşet, ey Rab.

Ey İsa, İnsanoğlu, ölümden dirilen yeni varlığı bizlere açınlamak amacıyla giysilerinden soyunan sen, Allah’tan bizleri ayıran perdeyi yırt ve içimizde senin ilahi mevcudiyetini doku.

Bizleri soyunduran ve çıplak bırakan yaşamın olayları karşısında korkularımızı mağlup etmemizi ve Sevindirici Haberi duyurmak amacıyla, tarihimize rehberlik edenin yalnızca gerçek Allah olan sen olduğunu ilan ederek, Vaftizimizde kazandığımız yeni insanı giyinmemizi sağla. Âmin.

Kaynak:http://www.vatican.va/news_services/liturgy/2013/documents/ns_lit_doc_20130329_via-crucis_it.html

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
mantegna

11. On birinci Durak: İsa çarmıha gerilir

“O’nu orada çarmıha gerdiler. Onunla birlikte iki kişiyi daha, İsa ortada, onlar da iki yanında olmak üzere çarmıha gerdiler. Pilatus bir de yafta yazıp çarmıhın üzerine astırdı. Yaftada şöyle yazılıydı: “Nasıra’lı İsa; Yahudilerin Kralı.” (Yuhanna İncili 19:18-19).

“Kafatası” denilen yere geldiklerinde askerler İsa’yı haça geriyorlar. Pilatus, Onunla alay etmek ve Yahudileri küçük düşürmek için yaftaya şöyle yazdırıyor: “Nasıra’lı İsa, Yahudilerin Kralı.” Fakat istemeyerek bu yazı bir gerçeği teyit ediyor: İsa’nın krallığı, sınırı olmayan, yer ve zaman olgusunun bulunmadığı bir Hükümranlık.

İsa’nın o çok vahşi ve çok ağrılı haça gerilmesi esnasındaki kederini yalnızca hayal edebiliriz. Gizeme giriş yapılıyor: Peki Allah, neden bizim sevgimiz uğruna beden alarak, uzun bir ahşabın üzerinde çivilenmeye ve çok korkunç fiziksel ve ruhsal ağrılar arasında yerden yükselmeye izin veriyor?

Sevgi uğruna. Sevgi için. Başkasının iyiliği için kendi hayatını vermeye kadar götüren sevgi kuralıdır. Sırf kendi çocuklarını dünyaya vermek için ölüm tehlikesiyle bile yüzleşen o anneler ya da savaş esnasında veya terörizm eylemlerinde bir oğullarını yitirmiş ve öç almayı seçmeyen o ebeveynler bunu teyit edenlerdir.

İsa, Haç’ta tüm bizleri kişileştirirsin;
dünün, bugünün ve yarının tüm insanlarını.
Haç üzerinde bizlere sevmeyi öğrettin.
O son akşam yemeğinde şakirtlerine bahsettiğin
o mükemmel sevincin sırrını şimdi anlamaya başlıyoruz.
Gerçek sevginin ne olduğunu Hayatınla söylemek için
Gökten inmen gerekti; kendini bir bebek kılman,
sonrasında yetişkin olup Haç üzerinde açı çekmen.

Yukarıda, haç üzerinde sana bakarak, bizler de aile, evliler, ebeveynler ve çocuklar olarak, sevmeyi ve sevilmeyi, kendisini bahşeden ve minnettarlıkla kabul edilen, acı çekmeyi bilen ve kederi sevgiye dönüştürebilen o ağırlamayı kendi aramızda beslemeyi öğrenmekteyiz.

Kaynak:http://www.vatican.va/news_services/liturgy/2012/via_crucis/it/station_11.html

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.
– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle. 

Aziz Maksimilyan Maria Kolbe ile Haç Yolu

12. On ikinci Durak: İsa Haç üzerinde ölür

Saat öğleyin on iki sularında güneş karardı ve bütün ülkenin üzerine saat üçe kadar süren bir karanlık çöktü. Tapınaktaki perde ortasından yırtıldı. İsa yüksek sesle, “Baba, ruhumu senin ellerine bırakıyorum!” diye seslendi. Bunu söyledikten sonra son nefesini verdi. (Luk 23,45-46).

Maksimilyan Kolbe Auschwitz kampında
Hapishane nöbetçilerinin kötü davranışlarına maruz kaldıktan sonra, sivil elbiseleri giydi, çünkü Fransisken cübbesi onları çok öfkelendiriyordu. 28 Mayıs günü, aldığı 16670 kayıt numarasıyla Oświęcim (Auschwitz) soykırım kampına nakledildi.

Diğer birçok tutuklunun kaderini ve acılarını paylaştı ve onlarla birlikte fırınlara cesetleri götürmek gibi en küçük düşürücü işlerle görevlendirildi. Destekleyen, teselli eden ve bağışlayan onun rahip ve adil bir adam olarak haysiyetiyle ilgili olarak bir tanık şöyle bir yorum yapmıştır: “Kolbe bizlerin arasında bir prens idi.”

Şehitlik
Temmuz sonunda 14. Blok’a nakledildi ve buradaki tutuklular tarlaların hasatlarıyla ilgileniyorlardı. Onlardan biri kaçmayı başardı: Kampın amansız kuralına göre, kaçanın yerine on tutuklu, 13. Blok’ta ölüm sığınağı adını verdikleri yerde yemek yemeksizin ölüme mahkum edildiler. Peder Kolbe, bir aile babası ve Polonya ordusunda asker olan, açlık ölümüne mahkum edilmiş Franciszek Gajowniczek’in yerine feda ederek, kendisini bir Katolik peder olarak beyan edip ölüme gitti.

Sığınağa kapatılmış o zavallı insanların üzerinde hüküm süren umutsuzluk, Peder Kolbe tarafından yönetilen toplu bir duaya dönüştü ve gerçekleşti. Aşamalı olarak, kaderlerine kendilerini teslim ettiler: Dua eden sesler artık fısıltıya indirgenene kadar tek tek öldüler.

On dört gün sonra, 14 Ağustos 1941’de, hepsi ölmemişti: Henüz hayatta olan dördü vardı ve bunlar arasında Peder Maksimilyan Maria da bulunuyordu. O noktada, bu durum fazla uzadığı için SS’ler, damar içine fenol maddesi şırınga ederek onların hayatlarını sonlandırmayı hızlandırmaya karar verdiler. Fransisken rahip, son sözlerini ellerini uzatarak telaffuz etmiştir:”Selam sana, ey Meryem.”
Ertesi gün bedeni fırında yakıldı ve külleri birçok diğer tutuklularınkine karıştı.

Kaynak: http://www.santiebeati.it/dettaglio/34050

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
kolbe

13. On üçüncü Durak: İsa haçtan indirilir
Askerlerden biri O’nun böğrünü mızrakla deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı. [Aramatyalı] Yusuf da cesedi çarmıhtan indirip beze sardı ve kayadan oyulmuş bir mezara yatırarak mezarın girişine bir taş yuvarladı. (Yu 19:34;Mar 15:46).

Yaratan yalnızca sevgidir
Sevginin şehidi olan Maksimilyan Maria Kolbe’nin ölümü, üstün bir sevgi ölümü oldu; İsa’nın, “Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur.” (Yu 15:13) diye bahsettiği o en büyük sevgidir. Bu sevgi ölümü de, Aziz Maksimilyan Kolbe’nin o zamanlarda hüküm süren Nazi diktatörlüğünün öldürme çılgınlığına karşı söylemiş olduğu o meşhur cümle ile çok iyi bağlantı kurar: “Var eden yalnızca sevgidir.”

Nefret öldürür, ölüm yok eder, diktatörlük gücü kıyım yapar… tüm bunlar, o İkinci Dünya Savaşı’nda yıkım üstüne yıkım tohumları eken katil savaşı ortaya koymaktaydı. “Başlangıçtan beri katil olan” (Yu 8:44) Şeytan krallığına karşı sevgi, iyilik, kendinin fedakarlığı yükselmiştir ki Aziz Maksimilyan M. Kolbe kahramanca şehitliğiyle bunun eyleme geçirmiştir.

Aziz Maksimilyan’ın o parlak cümlesi, “Yaratan yalnızca sevgidir” sadece Yukarıdan, Kutsal Ruh olan sevginin sonsuz kaynağından türeyebilecek bir dildir ve bu sevgi ile ilgili olarak Aziz Maksimilyan her alanda ve özellikle de en yüksek alanda yaratıcı verimliliğin devamlı kanıtını sundu, Allah’a ve insanlara olan tam sevgiyi ortaya koydu: Dini hayatı, Fransisken hayatını, Serafik hayatı oluşturan sevgi.

Bu “Sevgi çılgınlığı” ile kendisi, Auschwitz ölüm kampındaki nihai şehitliğiyle hayatının kurban edilmesine kadar yaşadı. Bazıları Aziz Maksimilyan’ın şehitliğini yalnızca kendisini açlık sığınağında o aile babasının yerine koyarak tamamladığı nihai sevgi eyleminde görse de, aslında asla unutmamak gerekir ki, büyük Peder Lacordaire’in söylediği üzere: “Şehitler, gerçekte öyle olmalarından önce yüreklerinde yüz defa kendilerini zaten kurban etmişlerdir.”

Lekesiz Meryem’e adadığı “Sevgi çılgınlığı” sayesinde o, kendilerini Allah’a ve Lekesiz Meryem’e adayan yaklaşık bin kadar Assisi’li Aziz Fransua evlatları gençlerin dini çağrılarında yaşamın bu yaratılışına destek oluyordu; onlar da kendilerini bu yeryüzünde hala“karanlıkta ve ölümün gölgesinden yaşayan” (Luk 1:79) kardeşlerin ebedi kurtuluşunda bu yaratıcı sevginin taşıyıcıları olmada gayret etmektedirler.

Hayatını bahşeden sevginin bu büyük şehidi Aziz Maksimilyan Maria Kolbe, yüreklerimize dokunmayı, zihnimizi aydınlatmayı, “ölülerin değil yaşayanların Allah’ı”ndan gelen (Mar 12:27) o üç yaşam kelimesi –“Yaratan yalnızca sevgidir” ile lütufta ruhumuzu görmeyi istesin.

P. Stefano Maria Manelli, FI

Kaynak: http://cuoreimmacolato.com/in-primo-piano/55-14-agosto-s-massimiliano-m-kolbe-soltanto-l-amore-crea

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.

– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle.
massimiliano-in-bunker

14. On dördüncü Durak: İsa mezara konulur
[Aramatyalı] Yusuf da keten bez satın aldı, cesedi çarmıhtan indirip beze sardı ve kayadan oyulmuş bir mezara yatırarak mezarın girişine bir taş yuvarladı (Mar 15:46). İsa’nın çarmıha gerildiği yerde bir bahçe, bu bahçenin içinde de henüz hiç kimsenin konulmadığı yeni bir mezar vardı. O gün Yahudilerin Hazırlık günüydü. Mezar da yakın olduğundan İsa’yı oraya koydular. (Yu 19:41-42).

İsa’nın konulduğu mezarın bulunduğu o bahçe, bahçe bir bahçeyi çağrıştırır: Aden Bahçesi. İtaatsizlik yüzünden güzelliğini yitiren ve artık yaşamın değil ıssız bir ölümün yerine dönüşen bir bahçe. Paraya, kibre, hayatın boşa harcanması gibi Allah’ın isteğini solumaya engel olan vahşi bahçe dalları, şimdi ise kesilip Haç’ın ahşabına aşılanmaktadır. İşte yeni bahçemiz budur: Yeryüzüne dikilen haç!

Oradan, yukarıdan İsa artık her şeyi yaşama götürebilir. Şeytanın büyük sayıda ruhları içine kapalı tuttuğu Cehennem uçurumdan bir kere dönüldüğünde, tüm şeylerin yenilenmesi başlayacaktır. O mezar eski insanın sonunu temsil eder. Nitekim İsa için olduğu kadar bizler için de Allah, oğullarının nihai ölüm ile cezalandırılmasına izin vermedi. Mesih’in ölümünde, açgözlülüğe ve yürek sertliğine bağlı kötülüğün tüm tahtları yerle bir olmuştur.

Ölüm bizi silahsız bırakır, sonu olan bir yeryüzü varoluşuna maruz kaldığımızı bize açıklar. Ama kendimizin kim olduğu bilincine sahip olmamız, mezara konulan İsa’nın o bedeni karşısında mümkün olmaktadır. Ölmemek için Yaratan’a ihtiyaç duyan biz yaratılanlar.

O bahçeyi çevreleyen sessizlik, hafif bir esintinin fısıltısını dinlemeye izin verir: “Ben, -Yaşayan- Ben’im; Sizinle Olan’ım.” (bkz. Çık 3:14). Tapınağın perdesi yırtıldı. Nihayet Rabbimizin yüzünü görmekteyiz. Artık onun adını tam olarak biliyoruz: Ölüm karşısında bile karmakarışık olmamak için, merhamet ve sadakattir o; çünkü “Allah’ın Oğlu ölüler arasından özgür kaldı.” (bkz. Mez 88:6 vulg.).

Kaynak: L’Osservatore Romano, 13.04.2014

– Rab, bize ve insanlığa merhamet et.
– Rab, bize merhamet et.
– Aziz Anne bizi dinle; Mesih’in yaralarını, kalbimize tab eyle. 

kolbe-con-preghiera

DUA
“Ey İsa; bizleri Haç’tan Diriliş’e yönlendir ve son sözü söyleyenin kötülük değil, zira sevgi, merhamet ve af olduğunu öğret. Ey Mesih, yeniden şöyle haykırmamızda yardım et: ‘Dün Mesih ile haça gerilmiştim, bugün ise Onun yanında yüceltildim. Dün Onun ile ölmüştüm, bugün ise Onun ile yaşıyorum. Dün Onun ile mezara konulmuştum, bugün ise Onun ile dirildim.’ Son olarak, hepimiz birlik için hastaları hatırlayalım, Haç’ın ağırlığı altında terk edilmiş tüm insanları hatırlayalım; öyle ki Haç sınanmasında Ümidin gücünü, Diriliş’in ve Allah’ın Sevgisi’nin Ümidini bulabilsinler.” Âmin. (Papa Fransiskus).

BİZİMLE İLETİŞİME GEÇİN

Şu anda burada değiliz. Ama bize e-posta gönderebilirsiniz, en kısa zamanda size geri dönüş yaparız.

Not readable? Change text. captcha txt